Kutsal bulut
Bilindiği gibi İstanbul'u ciddi bir güçle kuşatan ilk padişah Yıldırım Beyazıd idi. Tarihte geçen anlatımıyla doğuda beliren tehlike ve haçlıların güçlü bir orduyla yardıma geldiğinin duyulması üzerine Yıldırım kuşatmayı kaldırdı ve doğudaki tehlikeyi bertaraf edip haçlıların karşısına dikilecek güçlü bir ordu için hazırlığa başladı. İşin efsane boyutunda ise inanılmaz bir olay anlatılıyor.
Yıldırım'ın orduları İstanbul kuşatmasını çok güçlü bir biçimde günlerce sürdürür ve önemli kahramanlıklar göstererek Bizans direnişini kırar. Osmanlıların Fatih döneminde müthiş bir seviyeye ulaşacak top gücü henüz yeterince kallavi olmamakla birlikte topçuların üstün yetenekleri ve hızı disiplinle birleştirebilen organize yapılanma sayesinde İstanbul surlarında gedikler açılır. Artık sıra son darbeyi vurmaya gelmiştir...
Bu arada Konstantinopolis'te halk panik içindedir. Dışarıdan durmaksızın duyulan mehterin davulları 24 saat taş evlerin bloklarında yankılanmakta, gece surlardan bakıldığında Osmanlı ordusunun uçsuz bucaksız ışıkları İstanbul'u denizden çevirmiş binlerce gemi gibi ışıldamaktadır. Her sabah dev surlara çarpan top sesleri ve yeniçerilerin yeri göğü inleten savaş çığlıklarıyla güne başlayan şehir gece korkunun getirdiği fısıldışmalarla kaplanıp kaderini beklemektedir.
Lâkin şehirde panik yapmayanlarda vardır. İncil'de de geçtiği öne sürülen çok eski bir olaya göre şehirlerin imparatoriçesi bir gün yenilmeye yüz tutarsa Meryem Ana gelip Hristiyan dünyasının Kudüs ile birlikte en önemli kentini kurtaracaktır. Bunu bilen papazlar halka sürekli dua etmelerini söylemekte, bu duaların karşılık bulacağını anlatmaktadır.
Beklenen son gün geldiğinde müthiş darbenin şiddetini artırmak için önden serdengeçtilerin gitmesi kararlaştırılır. Paylaşılabilecek en kısa anlatımıyla serdendeçtiler Anadolu'daki birçok tarikata mensup olan fakat söz konusu savaş Müslüman olmayan bir tarafla gerçekleşiyorsa, oy birliğiyle savaşı yapan Müslüman devlete destek veren seçme insanlardır. Başlıca gayeleri şehitlik mertebesine ulaşmak olan serdengeçtiler, çoğunlukla dualarla su verilmiş keskin bir yalın kılıç ve bellerinde tarikatlarının simgesi renkleri taşıyan bir kuşakla tutturulmuş beyaz kefen giyer. Dinimizce günah olduğu için bile bile intihar etmek gibi bir anlayış içerisine girmeyen serdengeçtiler buna karşın son güçlerine ve etrafta savaşılabilecek son kafiri öldürene kadar savaşa devam etme düsturuyla saldırırlar. Gerek dış görüntülerindeki korkunç boyutlardaki uhrevi ve mistik hava gerek saldırılarındaki şehit olmak isteyenlere özgü kudretli ve akıllara zarar tahrip edicilikle Bizans ve Haçlı ordularının uzun yıllar korkulu rüyası olmuşlardır.
İşte sözü geçen o sabah binlerce serdengeçti rivayet odur ki bizzat Yıldırım Beyazıd'ın imamlığında sabah namazlarını kılmış, kefenlerini giymiş, kılıçlarını kuşaklarına sokmuş müthiş bir narayla surlara doğru akın etmiştir.
Surların arkasında ise din adamları durmaksızın dua ederken, Ayasofya'nın içinde binlerle ifade edilen mahşeri bir kalabalık toplanmıştır. Hepsi Meryem Ana'ya kurtarılmak için dua etmektedir. Nitekim serdengeçtiler oklara ve grejuva ateşlerinde yanmaya aldırmadan surlara ulaştığında ve gedikleri yarmaya başladığı sırada inanılmaz olay yaşanır. Bugün Zeytinburnu tarafında bulunan ana kuşatmanın olduğu surların tarafında, gökyüzünde dev bir Meryem Ana sureti görülür. Aynı efsaneyi duymuş olan Osmanlı askerleri, o ana kadar acaba sorusu içinde beklemişler ve birden gördükleri bu müthiş olay karşısında tabi ki korkudan kaskatı kalmışlardır. Nitekim o dakikada kuşatma kaldırılır ve İstanbul geçici bir süre daha Konstantinopolis olarak mevcudiyetini sürdürür.
Kaşıkçı elması
1699 yılında İstanbul'da Eğrikapı çöplüğünde dolaşan baldırı çıplak takımından bir adam, yuvarlak taş bulur.Bir yaymacı kaşıkçıya giderek üç tahta kaşığa değişir. Kaşıkçı götürür, bu taşı bir kuyumcuya 10 akçaya satar. Kuyumcu, taşı arkadaşlarından birine gösterir;kıymetli bir elmas olduğu anlaşılınca arkadaşı sus payı ister.Aralarında kavga çıkar,mesele Kuyumcubaşıya akseder. Kuyumcubaşı kavgacıların eline birer kese akçe vererek taşı alır. Fakat bu sefer de olayı sadrazam Köprülüzade Fazıl Ahmet Paşa duyar, taşı kendisi için satın almaya hazırlanırken, mesele Padişaha akseder. IV. Mehmet bir Hattı Hümayun ile elması Sarayı Hümayun’a getirtir. Eğrikapı çöplüğünde bulunan taş işlenince meydana 48 karatlık nadide bir elmas çıkar. Kuyumcubaşıya, kapıcıbaşılık rütbesiyle bir kese bahşiş ihsan olunur.
Zümrüd-ü Anka
Rivayet olunur ki, kuşların hükümdarı olan Simurg Anka, Bilgi Ağacı nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş... Kuşlar Simurg’a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da Simurg’u bekler dururlarmış. Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler.
Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg’un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg’un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler. Ancak Simurg’un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı’nın tepesindeymiş. Oraya varmak için yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş. Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. Yorulanlar ve düşenler olmuş.
Önce Bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp;
Papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş (oysa tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış);
Kartal; yükseklerdeki krallığını bırakamamış;
Baykuş yıkıntılarını özlemiş,
Balıkçıl kuşu bataklığını.
Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış. Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen Altıncı Vadi "şaşkınlık" ve sonuncusu Yedinci Vadi "yokoluş"ta bütün kuşlar umutlarını yitirmiş... Kaf Dağı’na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış.
Simurg un yuvasını bulunca ögrenmişler ki; "SİMURG ANKA - Otuz Kuş" demekmiş.
Onların hepsi Simurgmuş. Her biri de Simurgmuş.
Simurg Anka’yı beklemekten vazgeçerek, şaşkınlık ve yokoluşu da yaşadıktan sonra bile uçmayı sürdürerek, kendi küllerimiz üzerinden yeniden doğabilmek için kendimizi yakmadıkça, her birimiz birer Simurg olmayı göze almadıkça bataklığımızda,tüneklerimizde ve kafeslerimizde yaşamaktan kurtulamayacağız.
’Şimdi kendi gökyüzünde uçmak zamanıdır... ‘
-Anka Kuşu doğu mitolojisinde tüyleri güzel, boynu uzun, büyük bir kuştur.. Boynu halka halinde beyaz tüylerle çevrilidir.. Ankanın anlamı gerdanlıktır..
-Mısır efsanesine göre üzerinde otuz çeşit kuşun rengi bulunur..
-İranlılar ise simurg olarak adlandırırlar... Gözle görülmeyecek kadar yükseklerde uçar ve kaf dağında yaşar.. Bir efsaneye göre beş yüz yıl yaşar...